İNSANLIĞIN BÜTÜN SORUNLARIYLA İLGİLENEN BUNLARA ÇÖZÜM ÜRETEN BİR HAREKETİZ!..
- Aynur Karabulut
- 29 Ara 2020
- 22 dakikada okunur
HÜR DAVA PARTİSİ (HÜDAPAR) İstanbul İl Başkanı Sayın Erdal Elibüyük ile İstanbul parti merkezinde buluşarak bir söyleşi gerçekleştirdik. Hem Erdal beyi hem Hür Dava Partisi'ni, bunlarla beraber HÜDAPAR ile ilgili bazı yanlış algıları, İstanbul aşkını, Kürt meselesini, Hüdapar ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan görüşmesinin sonuçlarını, Suriye meselesini, ittifak'a bakış açılarını konuştuğumuz kapsamlı, verimli, keyifli bir söyleşi oldu. Sizlerinde keyifle okuyacağınızı düşünüyorum buyurunuz efenim...

Erdal ELİBÜYÜK kimdir?
1978 Tokat doğumluyum. İlkokulu Tokat’ın Madas köyünde, ortaokulu ise devlet yatılı okulunda okudum. Ardından Ticaret Meslek Lisesinden mezun oldum. Ekonomik sıkıntılardan dolayı 1995 yılında ailemle birlikte Tokat’tan İstanbul’a taşındık. O günden beri İstanbul’da ikamet ediyorum. 15-16 yaşlarından itibaren sosyal sorumluluk çalışmalarının içerisine girdim. Sivil Toplum Kuruluşlarıyla beraber birçok çalışmam oldu. Uzun yıllar ticaretle uğraştım. Hür Dava Partisi’nin (HÜDA PAR) kuruluşunda yer aldım. Partimizin kuruluşundan itibaren tabiri caizse ticaretten elimi ayağımı çektim. 7/24 parti çalışmalarında yer alıyorum. İlk dönemler bir müddet idare kurulu üyesi olarak görev aldım. Sonrasında Medya ve Tanıtımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı ve İstanbul İl Başkanlığı görevlerini yürütme şerefine nail oldum. Şuan sadece İstanbul İl Başkanlığı görevini yürütüyorum. O günden bugüne yürüdüğümüz bir yol hikâyemiz var. Evli, üç çocuk babasıyım.

Siyasete ilk kez HÜDA PAR’ın kuruluşuyla mı başladınız?
HÜDA PAR ile siyasete girdik ama 15 yaşından beri toplumsal meselelerle ilgiliydim. STK çalışmalarında rol aldım. Siyaseti, bu toplumun faydasına, ülkeye, millete hizmet etmenin bir aracı olarak görüyorum. O yüzden aslında küçük yaştan itibaren siyasi çalışmalarımız vardı ama bir parti kimliği olarak HÜDAPAR ilk göz ağrımızdır.
Hayata bakış açınızı, felsefenizi neye göre belirlediniz ve bu bakış açısı süreç içerisinde değişiklik gösterdi mi?
Bir inancımız var. Hayat felsefemi inançlarım oluşturur. İnancım çerçevesinde meseleleri tahlil eder, değerlendiririm. Sanat, kültür, edebiyat, spor gibi hayatın bütün alanlarında tamamen inancımın ışığında şekillenir. Doğrularımı, yanlışlarımı inancım doğrultusunda tartarım. Doğruysa alırım yanlışsa reddederim. Bunlarla beraber bizim gibi olmayanları da kınamadan onlarla beraber yaşama kültürünü oluşturmanın gayreti içerisinde oldum, oluyorum. Değerlerimize, kültürlerimize, gelenek göreneklerimize çok değer veririm. Anadolu’nun çok önemli bir şehrinde doğup büyüdüm. Osmanlı ve Selçuklu’nun önemli merkezlerinden olan bir şehirden geliyorum. İnsanların doğdukları şehirlerin, kültürlerin kodları ile şekillendiğine inanırım. Tarihiyle, kültürüyle, sanatıyla birçok medeniyeti barındırmış, önemli bir konumda olan Tokat şehrinde dünyaya geldiğim için tarihe güçlü bir merakım da var. Aile yapısına çok önem veririm. Toplumsal ananeler, gelenek ve görenekler, toplumun hassasiyetlerini önemsiyorum, değer veriyorum. Her şeyden öte hayatımı şekillendirirken önceliğim, tartım inancımdır. Bu tartı sonucuna göre bakış açımı belirlerim.

Dünden bugüne Kürt açılımını; doğru-yanlış, eksik, geliştirilebilir yönleri ile nasıl değerlendiriyorsunuz? Parti ve Türk asıllı HÜDA PAR İstanbul İl Başkanı Erdal Elibüyük olarak?
Meseleyi vicdan ehli çerçevesinde ele almak gerekiyor. Şahsım, parti yönetimimiz ve tabanlarımız olaylara böyle bakıyoruz. Bu soru çok önemli. İki açıdan da değerlendirdiğimde aslında benim için birbirinden farklı değil çünkü inancımın bana emrettiği şekilde meseleye bakıyorum. Kürt meselesi aslında bir sonuçtur. Biz sonuçlar üzerinden konuşuyoruz. Memleketimizin bağrına saplanmış 100 yıllık bir hançer. Bu hançer yarası zamanla kangrene dönüştü. Bunların sebeplerine inmeden, sonuçlar üzerinden giderek bu mesele çözülemez. Özellikle Ak Parti çözüm süreci döneminde yola çıkarken iyi niyetle çıkmıştı diye düşünüyoruz. Ama zamanla istikametinden saptığına şahit olduk. Temellendirildiği ve çözümdeki aktörler açısından baktığınız zaman çok sağlıklı bir zemine oturtulamadığı için çözüme ulaşılamadı. Bunlara rağmen süreci çok kıymetli ve değerli bulduk. Çözüm sürecinde eksi ve artılarıyla değerlendirmemizi ortaya koyduğumuzda; biz bu sürecin eksiklerini sürekli dile getirdik, süreci destekledik. Kürt meselesi dediğimizde sadece 30-40 yıllık bir terör olayı, güvenlik ve ekonomik sorun olarak bakmak meseleyi anlamamaktan geliyor. Bu mesele 100 yıllık bir mesele. Ret ve inkâr politikaları üzerinden temellendirilerek bir kimlik, bir millet, bir milletin dili, kültürü yok sayılıyor. Bana göre 21. Yüzyılın şu anda insanlık suçu olarak kabul edilmesi gerekiyor. Çünkü bir milletin diline soykırım uygulanıyor. Soykırım sadece insan hayatı üzerinden değil diller üzerinden de gerçekleşebiliyor. Bu mesele cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte ret ve inkar politikası temelleri üzerine oturtulduğu için 100 yıldır kangrene dönüşen, çözülemeyen bir mesele haline geldi. Ben Tokatlı, ırk olarak Türk Erdal Elibüyük, bulunduğum Müslüman kimliğimden bağımsız tabi ki düşünemem. Ama vicdani olarak şunu söylemem lazım: Benim hayatımın temel unsurlarını inancım oluşturur. Bir mesele önüme geldiği zaman hissi, duygusal davranabilirim ama olması gereken; Müslüman birinin meseleye bakışı inandığı değerler üzerinden ve vicdani olması gerekir. Her şeyden önce Müslümanız. Türk, Kürt, Laz, Çerkez farketmez. Bu söylem belki bütün siyasetçilerin kullandığı klasik bir dildir ama günün sonunda cümleyi ne mutlu Türk’üm diyerek kapatırlar. Biz günü böyle kapatmıyoruz. mutlak eşitliğin arkasında durarak üst kimliğimiz yani Müslüman kimliğimizle kapatırız. 2,500 yıllık tarihi geçmişimizde Kürtlerle çok güçlü bağlarımız, kader arkadaşlığımız oluşmuş. Biz artık kan kardeşi olmaktan öte can yoldaşı olmuşuz. Kültürlerimiz, geleneklerimiz birbirine geçmiş. Bakın Tokatta ciddi anlamda Kürt nüfusu var. Benim yaşadığım Tokat’ın Madas köyünde nüfusun yaklaşık yüzde 30’u Kürt’tür. Ankara Haymana’dan asimilasyonların olduğu süreçte oraya yerleştirilmişler. Hatta hala onlardan söz edilirken, tarif edilirken köydeki lakapları Kürtler olarak geçer ve Kürtlerin Ahmet, Kürtlerin Mehmet gibi hitaplarla anılırlar. Hemen yanıbaşımızda Ermeni, sağ tarafta Çerkez, karşı tarafımızda Lazlar var. Bunu şunun için anlatıyorum; biz iç içe geçmişiz. Peygamber Efendimiz, (S.A.V) veda hutbesinde ümmetin kendinden sonra karşılaşabilecekleri sorunları, sıkıntıları, yumuşak karnını gördüğü için çok net bir şekilde ifade etmiştir. Hatta sahabe hayatlarından da yaşanan olaylarda bize bunu net bir şekilde defalarca hatırlatmıştır. Örnek vermek gerekirse; Ebuzer El Gifari ve Bilal Habeşi hazretleri. Bir defasında bir konuda tartışıyorlar. Tartışma esnasında Hz. Ebuzer El Gifari Bilal Habeşi Hazretlerine sus "Kara Kadının Oğlu" diye hitap ediyor. Malumunuz Bilal Habeşi Hazretleri zenci (siyahi) dir. Habeş ırkına mensuptur. Arap da değildir. Bunun üzerine Bilal Habeşi (r.a) önüne bakar ve mahcup bir şekilde Rasulüllah (sav) giderek Hz. Ebuzeri şikayet eder. Evet kardeşliği tesis etmek, insanlar arası adaleti, eşitliği, hürriyeti sağlamak üzere gelmiş olan dinin Peygamberi Hz. Muhammed (sav) Hz. Ebazer el-gifariye uyarısı ise şudur: “Sende cahiliye kırıntıları görüyorum.” Bu olay üzerine Rasulüllah Ebu Zer Gıfari Hazretlerine derki; ya Eba Zer; derhal git ve Bilal’den özür dile ve onunla barış! Allah Resulü (sav) öyle bir cevap veriyor ki bu cevap hem nesiller boyu tüm insanlığa ibret oluyor hem de Ebuzer El Gifari’yi kendine getiriyordu. Bu cevaptan sonra Hz. Ebuzer El Gifari gidip Bilal Habeşi (r.a)’nin evinin kapısının önüne yatıyor ve “Bilal bu kafamı çiğnemeden ben bu kapının eşiğinden kalkmam” diyordu. Ta ki Bilal Habeşi (r.a) Ebuzer El Gifari (r.a)’yi affedene kadar.

HÜDA PAR’IN Kürt meselesinin çözümüne yönelik önerileri nelerdir? Sizce bu mesele nasıl çözümlenir. Ne gibi hamleleriniz olacak veya var mı bu anlamda atacağınız adımlarınız belli mi?
Hz. Bilal’i Kabe’nin damına çıkartıp ezan okutan irade neydi? Allah’ın resulü; Ey Bilal çık ezan oku!.. dediği zaman aslında o gün insan yerine konmayan, alınıp satılan arada bir meta olarak dönen siyahi bir köleye Allah resulü Kabe’nin damına çıkarttırıp ezan okutturuyor. Bunun anlamı şuydu, siyah ve beyaz tenli arasında hiçbir fark yoktur. Veda hutbesinde buyurduğu gibi; “Arap’ın Aceme, Acem’in Arap’a üstünlüğü yoktur.” Ben Kürt meselesine de önce inancım ve İslam kimliğimle sonra da Türk kimliğimle böyle bakıyorum. Bir Türk olarak ben bu ülkede hangi haklara sahipsem anadilde eğitim dahil olmak üzere aynı hakkı Müslüman bir kardeşim için istemediğim müddetçe kamil, sağlam bir imana sahip olamam. Bu konuda hassasiyetim var ‘tarihsel bir birlikteliğimiz var ve bu coğrafyada İslam kardeşliği şemsiyesi, hukuku etrafında birleşmeliyiz’ diyorum. Bir ırkın başka bir ırka tahakkümü doğru değil. Her sabah andımızı okuyarak ‘ne mutlu Türk’üm diyene’ dedim. Çocukken bile çok merak ederdim nasıl üstün olabiliriz ki? Çünkü sınıflarımızda Çerkezler, Kürtler vardı. Ortaokula geçince bunu idrak edebildim. Yatılı okulda okurken. Bölgedeki silahlı çatışma ve kaostan getirilip bizim yatılı bölge okulunda kalan Kürt gençler vardı. Orada hissettim bunun ne demek olduğunu. Empati kurmaya başladım. Ben Kürt olsaydım her sabah kulağımın dibinde ırkının üstünlüğünü bas bas bağıran insanları nasıl anlayışla karşılayabilirdim ki? Neden en mutlu, en çalışkan, en doğru, en dürüst Türk olsun ki. Birde Türk olmadığı halde zorla söyletilen, yalan söylenmesi istenen, ırkını yok sayması istenen çocukların hissettiklerini düşünün. Köy tabelalarına varana kadar, dili konuşmayı, kültürü, geleneği değiştirdiler. Bu konuyu kanaat önderlerinin, sanatçıların, toplumun önde gelenlerinin, akademisyenlerin, toplumun her kesiminden insanların empati kurarak, vicdani bir bakış açısı ile konuşarak bu meseleyi çözmesi lazım. Dağlara taşlara ‘ne mutlu Türk’üm diyene’ yazarak, okullarda Kürtlerle ilgili kısımları çıkararak çözemezsiniz. Bu yaklaşım duygusal anlamda bölmekten öteye geçemiyor.

HÜDA PAR’IN Kürt meselesinin çözümüne yönelik önerileri nelerdir? Sizce bu mesele nasıl çözümlenir. Ne gibi hamleleriniz olacak veya varmı bu anlamda atacağınız adımlarınız belli mi?
Bu meselenin ana ve tali meseleleri var. Ana meseleler çözülse tali meseleler ortadan kalkar. Kürt meselesinde ana mesele eşit vatandaşlık, eşit haklardır. Ak Parti döneminde buna yönelik iyileştirici adımlar atıldı. Ama bunlar ne anayasal güvence altına alındı ne de nihayete erdirildi. Meselenin net anlaşılması için cumhuriyetin ilanından sonra kaseti başa sarmamız gerekiyor. 1970’li yıllardan ele alırsanız meseleye yaklaşım ve çözüm önerileri farklı, 1980'li yıllarda farklı olur. Genelde 1980’li yıllarda askeri ihtilalden itibaren alıyorlar. Cezaevi olmasaydı, işkence olmasaydı, köy yakmalar olmasaydı vs. Askeri darbelerle beraber bir takım insan hakları ihlalleri yapıldı. Katliamlar yapıldı. Ahmed Arif’in Otuzüç Kurşun şiiri ile Van köylerinde 33 insanın katliamını her dinlediğimde gözlerim buğulanır kalbim sızlar. Hüzün çöker.
HÜDAPAR olarak çözüm sürecinin eksik kalan yönlerine itirazlarımız vardı. ‘Siz bu meseleye sadece askeri, güvenlik, ekonomik sebepler olarak bakmayın sizden öncekilerde böyle baktığı için çözemediler. Güvenlik meselesi olarak baktığı için asker yığdı, köylerin üzerinden askerler geçti. Duygusal bir kopuş yaşanıyor.’ dedikçe dağlara‘ne mutlu Türk’üm diyene’ yazdılar. Herkese Türk olma zorunluğu empoze edildi. Kırmızı çizgimiz şu olmalı; Tokatlı bir Türk olarak bu memlekete operasyon yapacak emperyalist güçlerin operasyonlarına maruz kalmamasını temennisi olmalı. Bölünmemesi, parçalanmaması için ki her vicdan sahibi Türk, Kürt bunu ister o zaman gelin eşit haklara sahip olalım. Bir millet rengiyle, gelenek görenekleriyle özgür değilse aç kalmaya razı olur ama özgürlüğünü vermek istemez. HÜDAPAR’ın meseleye yaklaşımı sorunların ana temeline inerek ret ve inkar politikalarından vazgeçmek, temel hak ve özgürlüklerin önünü açmak, bunu anayasal güvence altına almak, eşit vatandaşlık, anadilde eğitim sağlamak. Bunlar yapılamayacak şeyler değil.
Kürt açılımının ilk adımlarının HDP ile atılması doğru muydu, HDP’nin mecliste olmasını nasıl karşılıyorsunuz, neden Kürt meselesinde sadece HDP bütün Kürtleri temsilen baz alındı, HDP neden mecliste? Müslüman Kürtler HDP’yi kendilerinin temsilcisi olarak kabul etti mi?
Kürt meselesinde doğru bulmadığımız birçok adımı, açık ve net bir ifadeyle dile getirdik. HDP asla bütün Kürtleri temsil edemez. Süreç ve ortaya konulan irade çok kıymetli. Sayın Cumhurbaşkanı "kefenimi giydim bu yola çıktım" şeklinde konuşmalar yaptı. Hatta Kürdistan diyerek bu açılımın arkasında durdu. Biz ilk günden beri net olarakşunu ifade ettik. Pkk bir güvenlik meselesinin bir sonucudur. Ne Pkk ne de Hdp burada asli unsur değildir. Pkk’ye bölgede silah bıraktırmak için bir masa kurulduysa tabiki onlarla oturarak sorunu çözmeye çalışabilirsiniz. Ama bunun adına Kürt açılımı, Kürt meselesi diyemezsiniz. Kürt meselesini Pkk’ye indirgerseniz bu yanlış bir düşünce olur. Çünkü Kürt meselesi Pkk’ye silah bıraktırma müzakere olarak görülmesi doğru değil. Çözmek için bütün katmanları ile beraber bir masa etrafına toplanması lazım. Bu masada bütün Kürtlerin tamamı muhatap alınmak zorunda. Bütün siyasi Kürt partiler hatta bütün partiler, STK’lar, kanaat önderleri, köylerin önde gelenleri, kasaba ahalisi ve halktan oluşan geniş kapsamlı bir masa kurulmalıydı. Bu şekilde bir masa kurularak taleplerin sıralanması istenseydi emin olun çözüme yaklaşırdık. Ömründe Diyarbakır’a, Batman’a gitmemiş kişiler akil insanlar olarak seçildi. Sürece dahil edildi. Çözüm bütün Kürtlerin görüşlerinin sonucu çözülecektir. Hdp veya Pkk Kürtlerin hakkını savunmuyor. Doğru bir yöntem izlenmedi. Atılan bir takım doğru adımlardan temel sağlam oturtulmadığı için sonuç alınamadı. Gömleği bir kere yanlış iliklerseniz devamı da mutlaka yanlış gelir.

Kürdistan söylemini çokça kullanan bir parti olarak yaptığınız seçim çalışmalarında sorun yaşıyor musunuz? Özellikle ırkçı kesimlerin karşıtlığına maruz kalıyor musunuz? HÜDA PAR’ın yerele hitap eden genele hitap edemeyecek potansiyelinin olduğunu savunan azımsanmayacak bir grup var bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu grubu kazanmak için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Kürdistan bir coğrafyanın adı. Bunu sayın Cumhurbaşkanı da kullandı. Çok iyi de yaptı. Son 20 yıldır konuştuğumuz meseleler genelde krize ve kangrene dönüşmüş sorunlar olduğu için konuşulurken anlaşılmıyor. Osmanlı zamanında Kürdistan diye bir coğrafya var dediğiniz zaman insanların anlamaması normal. Çünkü tarihi tam anlamıyla bilmiyor ve okumuyorlar. O yüzden Kürdistan kelimesini insanlar duyduğu anda akıllarına ilk gelen Pkk oluyor. Biz bunları aşmadan, çözmeden bumeseleyi çözemeyiz. Bir milletinrengiyle, diliyle, gelenekleriyle görenekleriyle, tarihiyle, geçmişiyle barışık olması ve geçmişi olduğu gibi kabul etmesi gerekiyor. 1071 Malazgirt’e Alparslan komutan iken askerleri Kürtlerdi. Onlar bu coğrafyada hep vardı hatta bizden önce bile buradaydılar. Kürdistan meselesinde bir takım kirletilmiş veya üzerine algı oluşturulmuş hususlar var. Kürdistan dendiğinde ne anlıyorsunuz dendiği zaman bölünmüş, yeni kurulacak bir devlet, bir bayrak, Pkk anlaşılıyor ama gerçek bu değil. İşte bunun böyle olmadığını ve bu yanlış algıyı düzeltmek için eşit vatandaşlık, eşit haklara sahip bir çözüm şekli üretilmeli. Meseleyi çok yakından inceleyenler bu gerçeğin farkına varır ve aslında ne demek istediğimiz anlarlar. HÜDAPAR olarak bölünmeyi, parçalanmayı engellemek ve varolan kardeşliğimizin tesisi için çalışıyoruz. Bu nokta da aradaki sınırları kaldırarak, kültürlerimizi, dillerimizi, farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görüp aynı çatı altında, aynı inancın etrafında kümelenmeyi, beraber yaşamanın kültürünü oluşturmamız gerektiğini konuşmamız gerekir.

HÜDA PAR olarak ilk zamanlar halk ile aranızda bir mesafe vardı. Son zamanlarda tamda olması gerektiği gibi aradaki bu mesafeyi kaldırdınız ve halkın arasına karıştınız. Daha ulaşılabilir oldunuz, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ümmetçi anlayışımızdan dolayı bize nostaljik düşünüyorsunuz diyen de çok. Hayır nostaljik düşünmüyoruz. İnancımızın hareket noktası burası. Türkiye’de siyaset yapmak hem pahalı hemde çok zor ve nitelikli bir kadroya ihtiyacınız olur. Bunları sağlayana kadar kendi yağımızda kavrulan bir parti olarak küçük ve sağlam adımlar attık. Şu anda tamamen alanlardayız. Hemde nitelikli bir kadro ve güçlü bir yapıyla. Biz Diyarbakır, Van’ın sorunlarını da İstanbul’un sorunlarını da konuşuruz. Öte yandan Libya, Mısır, Tunus’ta ki hatta Amerika'da ki bir siyahinin meselesini, Azerbaycan’da Karabağ’da ki Azeri Türklerin sorunlarını konuşacak pozisyondayız. Evrensel bir bakış açısına sahibiz. HÜDAPAR asla yerel, bölgesel bir hareket değildir. Irki anlamda siyaset yapan bir parti değildir. Bir bölgeye hapsedilecek kadar dar görüşlü değildir. Evrensel değerleri çok yakından tanıyan, takip eden ve bütün insanlığın selameti, sorunları için ortak akıl yürüten, çözüm için ortaya ortak akıl koyan bununla birlikte siyaset yürüten bir hareketiz.

HÜDAPAR’IN kurulma amacı nedir?
HÜDAPAR Türkiye de ki siyasi boşluktan ortaya çıkmıştır. Siyaset boşluk kabul etmiyor.Sadece bir inanç hareketi de değiliz. İnancımız ve İslam üzerinden ilkelerimiz var ama salt bir İslami hareket de değiliz. İnsanlığın bütün sorunlarıyla ilgilenen buna çözüm üretmeye çalışan bir hareketiz. O yüzden bir kimlik siyaseti yapmıyoruz. Kürt kimliği üzerinden de siyaset yapmıyor, Kürtler’in sorunlarından yola çıkarak bu hakları talep etmek için yola çıkan bir hareket de değiliz. Ama gündemimizin önemli hususlarından bir tanesi tabi ki bu. Nihayetinde parti teşkilatlarımızın ağırlıklı olarak oturduğu coğrafyanın meselesi. Özetle Türkiye’de siyasetin boşlukta olduğunu görünce inandığımız değerleri siyasete taşıyarak bu meselelere ekonomiden, siyasete, sanattan, kültüre, edebiyata siyasi bir bakış açısıyla bakıp, ülkenin buradan daha iyi bir limana çıkaracağımızı, selamete ereceğini, sorunları buradan çözülebileceğini gördük ve bunda da çok doğru bir iş yaptığımızı farkettik. Şu anda da iyi bir yolda ilerliyoruz. Ve diyoruz ki ‘bu memleketin sorunlarının çözümünde bizde varız’. Bizimde söyleyecek sözümüz var. Sorunların çözümü, ortak aklın oluşması için bizimde aklımıza ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

HÜDAPAR ile ilgili ortaya atılan İran bağlantısı iddialarını nasıl yorumluyorsunuz?
Kocaman bir yalan. Bunun böyle olup olmadığını anlamak için ortaya atılan pratik ve söylemlere bakarsınız. HÜDAPAR yerli bir harekettir. Bütün meselelerine bakışında inancını merkeze koyarak politika yapar. Hiç kimsenin hesabına çalışmaz.Parti teşkilatından hiç kimsenin gizli bir ajandası yoktur. Bugün ne söylüyorsak yarın iktidarda veya belediye yönetimde olalım yine aynı şeyi söyleriz. Ne gizli ajandamız var ne de birilerinin adamıyız. Türkiye’de maalesef çamur at izi kalsın politikası işliyor. Biz yerli bir partiyiz. Bu coğrafyaya aitiz. HÜDAPAR’ın İran bağlantısı söylemleri kocaman bir yalandan ibarettir. Bugün; bütün İslam coğrafyası ve İslam ülkeleri ile birliktelik oluşturmak, ümmetin menfaati için ortaya ortak akıl koymak için ortak bir çalışma yürütmesi gerekiyor.Bu ancak bütün İslam coğrafyasındaki devletlerle, ülkelerle iş birliği yaparak mümkün olur. Bu iddialar çok konuşuldu o zamanda söyledik, şimdide söylüyoruz bağlantımız yok ama birileri gibi düşmanda değiliz. Siyasi anlamda bizimle mertçe rekabet edemeyenler, çöplerinde bir şey bulabilir miyiz? diye bizim çöplerimizi karıştırıyorlar. Onlara diyoruz ki bizim çöpümüzde kıymetlidir. Ne geçmişimizde ne bugünümüzde bize iftira atılacak, yalanla, kurguyla karalayacak bir şey bulamazsınız. Bir partiyi karalamadan önce pratiğine bakmalısınız. HÜDAPAR’ın 8 yıllık siyasi geçmişinde bu memleketin faydasına, hayrına olmayan, memleketi kaotik ortama taşıyacak, kaos çıkaracak bir tane somut örneğini göstersinler.Her konuda vicdani bir duruş sergiliyoruz. HDP belediyelerine kayyum atanmalarına da bu minvalde karşı çıkmışızdır. HÜDAPAR Hakk’ın hatırını hiçbir şeye çiğnetmez.

Yakın zamanda sayın Recep Tayip Erdoğan ile yapılan görüşmede hangi konular konuşuldu? Görüşme sonucundan memnun musunuz?
Önceden talep edilen bir randevuydu. Uygun bir zaman diliminde belirlenen tarihte görüşme gerçekleşti. Bu ülkenin yararına işler yapan bir partinin bu ülkenin başında olan cumhurbaşkanı ile görüşmesinden daha doğal, daha normal başka bir şey olabilir mi? Bu görüşmelerde bir ittifak pazarlığı konuşulmuyor,memlekette yanlış giden, eksik görülenleri ifade ediyoruz.Doğru gidenlerde de desteklenmesi veya daha da iyileşmesi için gerekenleri iletiyoruz. Bu görüşmede birçok başlık konuşuldu. Bu başlıklardan bir tanesi Kürt meselesiydi. Bu mesele güncelliğini, sıcaklığını koruduğu için bugün gündeme geldi. Çünkü hala çözüm üretilmedi ve yakın zamanda da Kürt meselesi çözümüne yönelik adımlar atılacak mı atılmayacak mı belirsizliğini koruyor. Kürt meselesi sürekli konuşulduğu için biz de bu meseleleri konuştuk ama bu mesele 5-6 başlıktan sadece bir tanesiydi ve bu başlık önemli bir meselenin çözümüne yönelikti. Diğer meselelerle ilgili ise sayın cumhurbaşkanına partimizin düşünceleri ifade edildi, aktarıldı. Görüşme olumlu geçti. Biz yapıcı bir siyaset izliyoruz yıkıcı değil.Sorunları birinci elden ulaştırmanın, itirazlarımızı ve gördüğümüz eksiklikleri çözüm önerilerimizle birlikte birinci elden çözüm merkezine ulaştırmak, ifade etmek adına bir fırsat oluştuğu için görüşmeden memnunuz. Bu ülkenin cumhurbaşkanı ile siyasi parti yürüten bir partinin görüşmemesi anormal karşılanmalı görüşmesi değil. Diğer siyasi partilerinde elde ettikleri deneyimleri, sahaya dair görüşlerini, tespit ettikleri sorunlara çözüm önerilerini gidip aktarması kadar doğal, sıradan bir şey olamaz. Diyalogsuzluğun getirdiği kırılmaları yaşıyoruz. Ülkemizin en büyük sorunu iletişimsizlik. Diyalog kanallarının açık olması, istişare edilmesi gerekiyor.Bunlar yapılmadığı zaman çatışma, kutuplaşma kaçınılmaz olur. Başkasına helal,mubah olan bize haram anlayışı da var. İki ittifaklı sistem var. Bir taraf bir tarafın meşrutiyetini sorguluyor niye benimle hareket etmedi diye. Peki siyasetin meşrutiyetini kim belirleyecek. Halk belirleyecek. Halk tercihini oyları ile yapacak. Bütün siyasi partiler için söylüyorum birinin birini mahkûm etme cüretkarlığını ve hakkını kendinde görmemesi gerekiyor. Tekrar söylüyorum bu bir ittifak görüşmesi değildir.

Seçim yaklaşırken güç kazanmak adına herhangi bir parti ile ittifak kurma düşüncesi veya girişimleri olacak mı? İttifak ilişkilerine nasıl bakıyorsunuz?
İttifaka tamamen karşı değiliz. Ama şuanda bir ittifakın parçası da değiliz. Büyükşehir belediye seçimlerinde Sayın Binali Yıldırım’ı destekledik. Genel seçimlerde kendi adaylarımızla seçime girdik. Siyasetin gereği mevcut siyasi ortamda ittifakın parçası olması gerektiren bir sistem var. Başbakanlığın olduğu sistemde koalisyonlar seçimden sonra kurulurdu. İttifak halinde herkes kendi bayrağı, düşüncesiyle seçimlere girerek bir ittifakın içerisinde olsa bile nihayetinde kendi adayları ile seçime giriyor. Kendilerine caiz görenler bize birçok şeyi haram görüyorlar. Bunu da siyasi rakipler yapıyor. Kendileri CHP veya Ak Parti ile ittifak yapınca oluyor da biz yapınca mı olmuyor. Siz Kürtlerin tarihinde şimdiye kadar katliamlarla mevcut hakim anlayışın, ideolojilerinin Kürtlere acı çektiren bir partiyle beraber Kürt kimliği üzerinden siyaset üreten bir anlayışla ittifak yapabiliyorsunuz ama biz yapamayacağız öyle mi? Bu doğru bir yaklaşım değil. Adil olmalıyız. HÜDAPAR bir gün ittifakın bir parçası olduğu zaman kendi adaylarıyla seçime girecek. O ittifaktan adayları seçilirse mecliste kendi siyasi anlayışı ve görüşüne göre siyaset yapmış olacak. Kendi duruşuna göre siyaset yapacak,ittifak kurduğu partinin duruşuna göre değil.Şuan herhangi bir ittifakın parçası değiliz, planımızda yok ama teklif gelirse ilkelerimizi koruyarak görüşmelerimizi yaparız. Böyle bir ittifak içerisine girecek olursak da gizlemeyiz. Bizim siyasi davamız alacağımız oylarla ölçülmeyecek kadar değerlidir.

İlk günden beri Suriye savaşı ile ilgileniyorum. Şimdi soracağım soru ile çok fazla karşılaşıyorum. HÜDA PAR Suriye savaşını neden desteklemedi? Suriye savaşını desteklememe sebebiniz neydi? Neden taraf belirtmediniz? Bu söylemler ne kadar doğru?
Suriye’de yangına benzin dökmek istemedik. Bu meselede hangi tarafta olacaktık. Biz ilk günden beri Suriye meselesine yangına körükle gitmedik. Ortada bir fitne vardı. Bu emperyalist güçlerin işine geliyordu. Suriye’deki meselede hiçbir şey yokmuş gibi de davranamayız. Birtakım haklar var. Birtakım talepler var. Bu taleplerin görülmesi lazım ama bunun yolu silahla mücadele değil. Bir yerde zulüm varsa adil şahitlik yapmanız gerekmez mi? Biz Suriye meselesinde adil şahitlik yaptık. Bu meselenin çözülmesi için bir tarafta İran bir tarafta Türkiye bir tarafta Suriye yönetimi bir tarafta da savaşan yerel gruplar var. Masa kurulacaksa Suriye, İran ve Türkiye oturup bu meseleyi konuşmaları gerekiyordu. Eğer bu görüşme gerçekleşmez, konuşulmaz ise en acı ve zillet olan bir görüşme ortaya çıkacaktı. O da neydi biliyor musunuz? ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bir araya geldi. Bizim bir araya gelip çözmemiz gereken bir meseleye emperyalist güçleri dahil ettik. Aslında biz onları değil onlar bizi bir araya getirdi. Buna ne gerek vardı. Bu masa kurulduğunda emperyalist güçlerin bu masada oturmasını doğru bulmadık. Çünkü onların hesapları vardı. Emperyalist güçlerin emellerine hizmet edecek hiçbir anlayışı, siyaseti, hizmeti, sahadaki uygulamayı doğru bulmayız. Çünkü bu Suriye’nin bir iç meselesiydi. Fransa, Amerika, Rusya, işgalci İsrail, İran meselesi değil. Suriye’de yürütülen savaş vekalet savaşları iken bir tarafta Rusya bir tarafta Amerika’nın ne işleri var? Ölen kim? Aylan bebeklerin sahile vuran küçücük bedenlerini görünce kahrolduk. Milyonlarca insan kaybettik. Sonuçlarına bakın. Bu kimin vicdanını rahatsız etti. Bizim, sizin, ve tüm Müslümanların. Amerikalı, Rusyalı bundan zevk aldı. Yunanistan botları bile kurşuna dizip, karşısına geçip kardeşlerimizin boğulmalarını izledi. İlk andan itibaren Suriye meselesinde ortak akıl ile hareket ettik. Sorunun çözümü için masa başında konuşarak çözüme ulaşılmalıydı asla silahla değil. Silahlı çatışmaya dönüşmemesi gerekiyordu. En başından beri çağrımız buydu. Bizi illa bir tarafa oturtmak isteyenler var. Yapmayın, etmeyin. Biz on yıl sonra olacakları on yıl önce sonuçlarıyla söyledik. Silah girip savaş alanına dönüştüğü zaman Suriye 40 yıl ayağa kalkamaz dedik. Neredeyse 10 yıl bitti. Dediklerimizin hepsini gördük. Ama şunu da belirtmeliyim, asla Savaş mağduru, bize sığınan muhacir kardeşlerimize yardım konusunda sırtımızı dönmedik. Aksine ilk yılından itibaren özel bir Suriye komisyonu kurduk. Teşkilatlarımızın olduğu her yerde bu komisyon ile birlikte çalışmalar yürüttük. Yardımcı olduk. Düşeni kaldırmaya çalıştık. Mazlum duruma düşeni yalnız bırakmadık. Binlerce aileye ulaştık, iletişim kurduk, yardımın yanı sıra sorunlarını dinledik, kardeşlerimiz bildik. 6-8 Ekim şehitlerimiz o mazlum ailelere yardım götürürken şehit oldu. Genel başkanımızın talimatıyla kurulan özel Suriye komisyonu üzerinden gerçekleşti tüm bunlar. Kayıtlarla mevcut. Hala devam ediyor. Kurduğumuz komisyonda sadece bir gıda kolisi bırakma şeklinde değil komşuluk ederek, eğitimlerine destek olarak, kültürel ahlaki yozlaşmanın önlenmesi gibi insanlık görevlerimizi yerine getiriyoruz. Taraf belirtmedik değil tarafımız netti biz ateşe körükle giden, ateşe benzin döken tarafları desteklemedik ama mazlumu da yalnız bırakmadık, bırakmayacağız. Mazlum halkın tarafındaydık. Silah girmemeliydi, savaş olmamalıydı. Suriye şimdi bu durumda olmamalıydı. Masa başında çözülmeliydi. Bunu asla gizlemedik. Ama yardımdan da hiçbir zaman geri durmadık. Yardım konusunda üzerimize düşeni yaptık. Evlerimizi, derneklerimizi, yüreklerimizi açtık.

İstanbul sizin için ne ifade ediyor?
İstanbul benim için bir aşk hikayesi. Bir sevda. İstanbul taşı, toprağı, tarihiyle bir bütün olarak çok özel bir şehir. Sadece bir kara parçası, veya yarım ada olarak ele almıyorum. Bütün medeniyetlere beşiklik yapmış, Anadolu’nun bütün şehirlerine, bütün insanlarına kapısını açmış, onlara aş, iş vermiş bir şehir. İstanbul insanlara nimet sunan, şairlerin şiirlerine konu olmuş bir şehir. Herkes İstanbul’da mutlaka kendisi için bir şey bulur. İstanbul da benim için bir aşkın hikayesi. İstanbul’da HÜDAPAR kadrolarıyla bir hikaye yazıyoruz. Sokaklarında, caddelerinde, her bir köşesinde bu hikâyeyi yazarken, tarihiyle, kültürüyle ele alıyoruz. Şu anda hakkettiği değeri tam bulamayan, ifade edilemeyen, her anlamda erozyona uğrayan, yönetimsel olarak büyük sorunları olan problemlerin kronikleşerek krize dönüşen bir şehirden bahsediyoruz. Ama buna rağmen İstanbul bizim için aşkın, yeni bir hikayenin yazıldığı bir şehir diyebilirim.
İstanbul’u biraz da farklı bir bakış açısıyla görmek ve anlamak gerekiyor.
İstanbul dünyanın herhangi bir şehri değildir, İstanbul dünyanın herhangi bir beldesi de değildir. İstanbul keşfedildiği ilk günden itibaren kıymeti ülkeler, kavimler, kabileler dolaşmış bir şehir...
Belki her karışında bu şehri alabilmek için can vermiş milyon beden yatmaktadır. Bu kadar itibarı yüksek bir şehri çıkarlar, menfaatler, ihtiraslar, çekişmeler içinde bırakıp eziyet edemeyiz. Bu şehir için can vermiş Müslüman veya gayr-ı müslim farketmez her bir cana saygı duymak gerekiyor. Bu çerçeveden bakıp bu şehri bu şekilde kucaklamak, sevmek en doğru yaklaşım olur.

Size göre İstanbul’un en büyük sorunları nelerdir ve bu sorunlara ne gibi çözümler öneriyorsunuz?
İstanbul’un 10 tane ana sorununu temellendirdik. Bu şemanın başında yönetimsel sorunlar var. Zihniyet anlayışı sorunu var. Bir şehri yönetebilmek için bir bütün olarak o şehri tanımanız gerekiyor. Bütün sokaklarıyla, köşeleriyle, kültürleriyle, mahalleleriyle. Trafik sorunu, sosyal alanların yetersizliği, çocuk eğitim parkları, gençler için kazanım alanları, kültürel ve ahlaki yozlaşmanın önüne geçecek çalışmalar ve projeler üretme, betonarme şehirleşmenin önüne geçmek gibi birçok planımız var. 2 ay önce kongremizi düzenlediğimizde yeni yönetimimizle yaptığımız ilk toplantıda ilk ana başlığımız İstanbul’un sorunlarıydı. İstanbul’un çözülmeyecek sorunları yok. Hiçbir sorun çözümsüz değil. Ama bunu çözecek akıl, irade şuanda yok ve öyle bir dertlerinin olduğunu da düşünmüyorum. Kriz ve sorunlar üzerinden ortaya konan siyasi anlayışlar sorunları asla çözemezler. Çözerlerse konuşulacak bir şeyleri kalmaz.
Bir takım göndermeler, eski yönetimlere dair söylemler artık köhnemiş bir anlayışın tezahürüdür. Çağımızın insanı bunları beklemiyor sizlerden, işinizde bu değil zaten.
Belediyecilik partiler, kurumlar, koltuklar ötesinde bir makamdır. Birebir halkla devlet arasındaki bağın ilk halkasıdır. Buradaki devlet söylemimiz şimdiki karşılığı olan kayıran ve taraf tutan devlet anlayışı değil, bütünlüğü ifade eden, adalet ve eşitlik temelinde bir devlet anlayışıdır.
Halkın ilk muhatapları, halkın temsilcisi olan başkanların halkın sözünü, gücünü, itibarını, malını, canını kulak ardı edip kibir ve enaniyeti tavan yapmış egoist bir kalıptan arınmaları en büyük beklentimiz, bir gün halkımız bizi temsilcisi kıldığında ise en büyük hedefimiz olacaktır. Bu bir ütopya değildir. Bu ifade ettiklerimiz, uzak ve imkansız şeyler de değildir. İnşallah bir gün aziz halkımız her söylediğimizin icraata döküldüğünü göreceklerdir.
Sözün özü, artık çözüm sunan, üreten bir yönetim anlayışı gerekiyor. İlçelerden başlayarak Büyükşehir’e bakan sorunlar var. Bizim üzerine çalıştığımız geniş kapsamlı çözüm önerileri paketimiz hazır.

İstanbul da ki STK’lar ile ilişkileriniz nasıl, hangi STK’lar ile ağırlıklı hangi konuları görüşüyorsunuz?
STK’lar ile aramız çok iyi ve onları önemsiyoruz. Şuanda aynı zamanda Tokat Konfederasyonun yönetimindeyim. Denetim başkanlığını yapıyorum. Siyasete girmeden önce de köy derneğinden yola çıkan bir hikayemiz var. Bunu şunun için ifade ediyorum. O gelenekten geliyoruz ve önemini bildiğimiz için en çok ağırlık verdiğimiz alanlardan bir tanesi bu. Aramız çok iyi her hafta bir meslek odası ziyaret etmek gibi rutin bir programımızda var. Pandemiden dolayı kısıtlanmış olsa da önlemlerimizi alarak ziyaretlerimizi sürdürüyoruz. Yakın diyalog içindeyiz. Ülkenin sorunlarının çözümünde STK’lar toplum vicdanının sesidir. Vakıflar ekonomik kaygı, çıkar için bir araya gelmiyorlar. Toplumun yararına çalışan insanlardan oluşuyor. Ve toplumun meselelerine yaklaşımları daha vicdani oluyor. Nokta atışı diyebileceğimiz sorun çözümüne tespitleri olabiliyor. Siyasi partilerin giremediği her yere STK’lar girebilirler. Biz İstanbul’da ki STK’ların tabiri caizse röntgenini çektik. Kaç oda, konfederasyon, federasyon, vakıf, dernek, hemşeri ve köy dernekleri var. Bunların hizmet sektörü, hitap ettiği kategori ve sorunlar, ilgilendikleri faaliyetlere kadar geniş bir yelpazede masaya aldık. Gruplara böldük. Şemasını çıkardık. Ziyaretler gerçekleştirerek gerek İstanbul gerek ülke geneli sorunların tespiti ve sorun çözüm önerilerini alıyoruz. Yönetim ve kadrolarımız olarak bunu önemsiyoruz.
Son İstanbul seçimlerinde kime oy verdiniz, sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul’da bunu deklare ettik. Aleni olarak paylaştık. Binali Beyi destekledik. Kazanması içinde hem üyelerimize hem İstanbul halkına çağrı yaptık. Bu desteğimizi sağlarken hiçbir çıkar görüşmesi yapmadık, bir istekte bulunmadık. Mevcut başkanı başarılı bulmuyorum. İstanbul dışında ki her sorunla ilgileniyor. Bir ilin belediye başkanı tabi ki ülkenin sorunlarını konuşacak, görüş bildirecek ama İngilizce yayınladığı bir videoda Türkiye’yi, İstanbul’u Avrupa’ya şikayet ediyordu. Biz şuna inanıyoruz ülkenin meselelerini, sorunlarını biz içimizde çözeceğiz. Kol kırılır yen içinde kalır. Biz meselelerimizin mücadelesini kendi içimizde veririz. Bir başkasından medet ummayız. Batı’nın merhametine sığınıp ülkemizden şikayetçi olmak akıl karı değil. Halk serzenişte bulunur bu normal ama bakıyoruz sayın İmamoğlu da aynı serzenişte bulunuyor. Oysa icra makamı sorun çözme makamıdır. Sayın belediye başkanı geçenlerde bir açıklamasında borçlandığını, kredi aldığıyla övünüyordu. Oysa biz kendi öz kaynaklarımızla şehrimizi yönetmeliyiz. Bu ülkenin sırtında bir faiz kalburu var. Borç alan, para alan emir alır. Hz. Ömer’in çok güzel bir sözü var. Ben borçlar olmasaydı suçluları yüzünden tanırdım. Devlet başkanı olarak bunu söylüyor. Halife olarak bunu söylüyor. Bütün ilçelerde parti ayırmaksızın sorunları tespit komisyonları kurduk. Aynı anlayışı hangi belediye olursa olsun sürdüreceğiz. Partisini ayırmaksızın. Bu komisyonlar tespitleriyle mahalle, ilçenin, ilin sorunlarını konuşuyoruz. Ve kendilerine ileteceğiz. CHP olduğu için muhalefet etmiyoruz. Tespit ettiğimiz tüm sorunları ilgili yönetimlere taşıyoruz, dile getiriyoruz. Mevcut başkanın İstanbul’u yönetmeye odaklanmasını istiyoruz. Varsa geleceğe, yarına dair siyasi hesapları İstanbul’a hizmete feda etmemesi lazım. İstanbul bunu hak etmiyor. İstanbul’un çözülmeyecek sorunları yok. Sürekli şikayet eden, veryansın eden, serzenişte bulunan bir belediye başkanından ziyade proje üreten, sorun çözen bir belediye başkanı bekliyoruz. Gözlerimiz üstlerinde.

Gençlik ve gelecek hakkında neler düşünüyorsunuz?
Parti olarak gençliği önemsiyoruz. Gençleri sadece oy veren bir potansiyel olarak görmüyoruz. Gençler adına endişelerimiz hangi partiyi destekleyip oy vereceğinden öte hem dünya hem ahiret kazanımlarını elde etmeleri için model bir gençlik oluşturma derdindeyiz. Hür Gençlik de bu noktada çok güzel çalışmalar yapıyor. Tabi ki sorun ne kadar büyük olursa çözüm gücünüz de zor oluyor. Devasa ve sistemsel bir sorun var. Mevcut sistem sorun üretiyor. Bu sorunun altından kalkmak bir çırpıda halletmek çok mümkün gözükmüyor. Biz gençlere güveniyoruz. Gençler hakkında sürekli bir şikayet var. Gençlik elden gidiyor gibi söylemlere bakmıyoruz. Evet gençlerin sorunları var ama biz büyüklerden kaynaklı sorunları var. Gençliğin bir kısmının içinde bulunduğu durum bizim içimizi acıtıyor, bizi üzüyor. Haz gençliği ve hızlı tüketim gençliği istemiyoruz. Sürekli gerçekliği olmayan sanal alemde takılan gençlik istemiyoruz. Fatih gibi fetih ruhuyla ne yaptığını bilen, toplumun taleplerine cevap verebilen bir gençlik istiyoruz.
Ne gibi gençlik çalışmaları yürütüyorsunuz?
Biz dindar gençliğin aynı zamanda pratikte vicdan gençliğine dönüşmesi için çalışıyoruz. Bu vicdan gençliği nedir? Tüketen değil üreten, zevk ve sefaya düşkün değil helal daire içerisinde kalan, bu alanda okuyan, düşünen, araştıran gençliktir. Bu minvalde pratikte yaptığımız çalışmalar var. Parti teşkilatı olarak özellikle gençlerin eğitimine önem veriyoruz. Teşkilat içi eğitimlerimizde bunun bir parçası. Okumalarını yakından takip ediyoruz, okuma kültürlerini geliştirmeye çalışıyoruz. Çağımızın en büyük vebası cehalet. Bütün sorunların temelinde cehalet yatıyor. Bilmeyen birisi her şeyi bildiğini, okumayan biri her şeyi okuduğunu düşünür. Bugün ben 41 yaşındayım sayısız kitap okumuşum belki ama yeni bir kitap okuduğumda hala bilmediğim bir şey öğreniyorum. Okuyan, düşünen, sorgulayan, araştıran bir gençlik derdindeyiz. Sorgulayan derken de illa bir aykırılık çıksın diye değil müspet anlamda sorgulayan bir gençlikten bahsediyoruz.

Yani neyi, ne için, kimin için yaptığını bilen bir gençlik
Kesinlikle. Pratikte bir aile babası olarak ta evde yaptığım bir uygulama. İlk önce biz yapmalıyız. Ben okursam çocuğum okur, ben namaz kılarsam çocuğum kılar, ben güzel amel edinirsem çocuğum güzel amel edinir. Kendi evimizde oluşturduğumuz bir okulumuz var şu anda. Parti gençliğinde de şuan bunun daha genişlemiş versiyonlarını yapıyoruz. Eğitim, okuma, meseleleri sorgulama, analiz etme gibi geliştirici faaliyetler yürütüyoruz.
Sosyal sorumluluk bilincinin geliştirilip oluşturulması gibi faaliyetler yürütüyorsunuz. Kendi kendine yetebilen bir gençlik için çalışıyorsunuz anladığım kadarıyla.Peki dijital medyanın gücünü etkin kullandığınızı düşünüyor musunuz?
Daha iyi kullandığımızı düşünüyoruz. Tabi geliştiriyoruz kendimizi. Hızla değişen dünyaya yetişmek için gayret sarf ediyoruz. Ama herşey den öte biz sosyal medya veya dijital medyaya nasıl bakıyoruz ona değinmek istiyorum. Her ne kadar sanal bir alem bile olsa biz gerçek alem olarak görüyoruz. Gerçek hayatta yapmadığımız hiçbir şeyi orada da yapmıyoruz. Dilimiz, paylaşımımız gerçek hayatımızda ki kimliğimizle örtüşmesine dikkat ediyoruz. Çünkü sanal alem cesaret veren bir alem. Bir insanla oturduğunuzda orada size sarfettiği kelimelerin onda birini söylemezken sanal alemde buna dikkat edilmiyor. Sanal alemde olsa gerçek hayattaymış gibi hareket ediyoruz. Adap, edep, inanç çerçevesi içerisinde kullanıyoruz. Hayatımızın her aşamasını oluşturan bir dinin, anlayışın, inancın sosyal medyada olmama ve olmasa da olur düşüncesi mümkün olabilir mi? En büyük sorunlarımızdan bir tanesi de bu. Herkes herkese bir şeyler söylüyor peki bunun vebali, sorumluluğu, kul hakkı yok mu? Medya tanıtım başkanlığı yaptığım dönemde de il il gezdim. İşin ahlaki boyutu hukuki boyutundan önce gelir. Ahlaki çerçevede bize yapılmasından rahatsız olduğumuz bir şeyi başkasına yapmadan,edep, adap, saygı çerçevesinde haklarımızı da savunarak kullanıyoruz ve böyle kullanmak bizce mümkün. İmkansız değil. Karşınızda ki düşmanınız dahi olsa iftira atmayınız. Asla yalan söylemeyiniz. Doğruluğundan emin olmadığınız söylemleri paylaşmayınız mantığıyla yol alıyoruz. Dijital mecrada iyi bir noktadayız daha iyi noktaya gelmek için çalışıyoruz. Hür ekip sosyal medya platformumuz var. Toplumsal yaralara yönelik faydalı hashtag’ler açarak gerek Türkiye gerek dünya gündemine alabiliyor. Asgari ücret, Kürt meselesi gibi ülkenin tamamını kapsayan durumlarda etkinliğini kullanıyor. Bunları da sorumluluğumuzun gereği olarak yapıyoruz medyatik olma kaygısı güttüğümüz için değil.
Ahlaki ve kültürel yozlaşmanın artış göstermesini neye bağlıyorsunuz?
Sistem sürekli buna hizmet ediyor. Televizyon programları, diziler, sinemalar ülkede ki herşey bu yozlaşmaya hizmet etmek üzere kurulu. 100 yıldır bu ülke Kemalizm ile yönetiliyor. İmam hatipler de olsa, başka okullarda olsa bir kere kurulu bir sistem var. Bu sistemin adı Kemalizm. Mevcut sorunların merkezi orası. Ahlaki yozlaşma, sosyal ilişkilerde ki sıkıntı, ailelerle ilgili sorun varsa oraya dönüp bakmakta fayda var. Pis bir borudan temiz su akmayacağını düşünüyoruz. Bu sistemin dönüşmesi lazım. Bu sistem bu toplumun değerleriyle, inançlarıyla, gelenekleri ve görenekleriyle, ananeleriyle uyumlu hale getirilmesi lazım. Bu sorunları cinnet hali, ekonomik yetersizlik olarak geçiştiremeyiz. Geçmişte de insanlar ciddi ekonomik sorunlar yaşıyordu ama ahlaki anlayışımız, komşuluk ilişkilerimiz, aile, eşler arası ilişki saygı çerçevesi içerisindeydi. Geçmişte onca sıkıntılar yaşamış olan annelerimiz bugün modern hayatın sunduğu hayattan çok daha mutlu, huzurlu, inançlarıyla, gelenek görenekleriyle bir aile olabilmeyi başarmışlardı. Şu anda ekonomik refah, her evde hayatı kolaylaştıran makinalar ama aile olamıyoruz. Toplumsal huzur, barış yok. Bunların tek nedeni sistemsel bir sorun. Okulda ki eğitimden, medyanın etkisine, aile yapısının çökertilmesi, bilinçli olarak baba rol modelinin pasifleştirilmesi gibi sorunlardan kaynaklanıyor. Aile son kalemiz ve orası çökertilmeye çalışıyor. Medya oraya yönelik çalışıyor. Konuşmaya edebimizin müsaade etmediği bütün çirkinlikleri ailelerimizin evlerimizin içine taşıyorlar. Meşrulaştırıyorlar. Normalleştiriyorlar. Anadolu da çok güzel bir söz var. Herşeye bedel. İçinde en keskin hükümleri, kanunları barındırır. Ayıp değil mi ya!.. Dediğiniz zaman en ağır cezayı müeyyideyi uygulayan bir kanundan daha etkiliydi. Allah'tan korkmuyor musun, kuldan utanmıyor musun dediğinde sanki o kişiye müebbet hapis ceza vermiş gibi o kadar ağır bir yaptırımı olan bir cümleydi. Allah'tan korkmayanlar her şeyi yapabilir. Kültürümüzden, inancımızdan gelen birçok değerimiz yıpratıldı. Bunları konuşunca özgürlükleri kısıtlıyorsunuz eleştirileri geliyor hayır bunun adı özgürlük değil.Toplumun ahlakını, inancını, kültürünü, gelenek ve göreneklerini bir bütün olarak toplumu yozlaştıran ne varsa kesinlikle sansür olacak, ona müdahale olacak. Burada özgürlük yok. Hangi özgürlükten bahsediyorsunuz. Eşcinselliği normalleştiren bir anlayışa bilinçli bir sistematiği siz hangi özgürlükle anlatabilirsiniz. Toplumun genel olarak ayıpladığı, kusur olarak gördüğü, kanunların, hukukun bile cezai müeyyide uyguladığı hususları siz özgürlük adı altında millete pazarlayabilir misiniz? Toplumun normlarına ters düşen her şey özgürlük değildir, aksine başkalarının özgürlüğüne saldırıdır. Bireysel olarak istediğini yap topluma empoze edemezsin. Sokağa çıktığımda benim yaptığım beni ilgilendir toplumu ilgilendirmez diyemem. Bana ne diyemem, özgürlük karışmayın diyemem, isteyen istediğini yaşasın diyemem. Kamuya, topluma zarar veren bütün özgürlüklerin kısıtlanması gerekiyor.

Umumi olarak gördüğümüz ve umuma hizmet eden, her kesimden insanın ortak kulanım alanı dediğimiz yerlerde ki bunlara tv, dijital mecra, parklar, konferans salonları, sinemalar, tiyatrolar farketmez kişisel özgürlüğümü yaşıyoruz diyerek toplumsal normları çiğneyemez. Kişisel özgürlüğünü toplumsal normların önüne koyamaz diye özetleyebiliriz sanırım
Aynen öyle. Avrupa Türkiye’deki derneklere eşcinsellerle ilgili olarak 5 ila 50 bin dolar arası yıllık finans oluşturuyorlar. Ne karşılığı veriliyor. Normalleştirme çabasında başarılı oldular hatta o kadar normalleşti ki karşı çıkanlar sanki marjinal bir şey veya kişiymiş gibi algılanıyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Aklı başında olan, vicdan sahibi olan, minimum ahlaki değerlere sahip olan hiç kimse bu durumu kabul edemez. Özellikle İstanbul Sözleşmesi şu anda ciddi anlamda bu milleti kendi değerlerinden, aile yapısından uzaklaştırıyor. Acil çözülmesi gereken sorunlardan bir tanesi de budur. Ekonomi, eğitim bozulur düzelir ama son kale aile yapısı bozuldu mu çaresi yok. Sonrası yok. Aile yıkıldığı zaman oranın tamiri yok onun yerine koyacak bir şey yok.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Allah razı olsun. Söz hakkı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Kapsamlı bir söyleşi oldu. Derdimizi ifade edebildik diye düşünüyorum.
Ben teşekkür ederim. Hem sizi hem Hür Dava Partisi’ni, bunlarla beraber bazı yanlış algıları ve İstanbul aşkını konuşmuş olduk. Keyifliydi, verimliydi. Allah doğru istikametten ayırmasın.
RÖPORTAJ / Aynur KARABULUT
Aralık 2020
Comentarios